Kirli ve bakımsız tahta penceremden bakıyorum puslu dünyaya, kişilerin hayatlarına, görünüşlerine ve korkularına, ayıplıyorum tüm sistemin kendisini ve içindeki idarecileri, bazen evet bazen yağmurun bir benzin olarak yağmasını istiyorum, kirli penceremde sigaramı yaktığım kibrit ile onu bekliyorum.


Sonra geçti günler pencerem buğulandı kış hakim oldu, içinde canlılık olmayan dünyaya bayramlar, aylar, seneler ve cenazeler hepsi geçti penceremin önünden peki neden?


Bunların nedeni ne? 


Oysaki hiç çıkmamıştı dışarıya penceremdeki ben, sınırlarını dar tutmuş sadece gördüğünü bilmiş penceremdeki ben, benliğini gördüklerini yargılamak sanmış ve onların etkisi ile oluşturmuş kendini.


Fakat oluştu içinde bir neden, bilmek zuhur etti beyninde kalbi sıkıştı daracık penceresinde, ilk defa kendine ne olduğunu anlamak için dışarıya boş boş baktı fakat onun gibi olanı göremedi penceredeki ben, bu farklıydı sadece görünüşten ibaret ve sığlaşmış insan tiplerinden farklı bir şey, bu duygu olmalı fakat kendini içeriden yiyen ve sana hiç bir şey bırakmayan, bir şey doğuyor içeriden gördüklerinden ve duyduklarından yani onlara karşı yargılarından bunalan küçük bir çocuk artık büyüyor ve ’’Ben buradayım’’ diyor penceredeki kendime.


Adamın penceresine güneş doğar, birden hiç duymadığı şarkıları duyar kulakları ve gelen gün ışığı içine dolar yumuşatır taştan kalbini, penceredeki ben artık sınırlarının ötesine çıkmak ister çünkü fark eder, dünyaya farklı bakınca insan, onu ve içindekileri tekrar keşfetmek ister.